Renginâr'la Gece

Akrebin yelkovanla öpüştüğü bir anda karşılaştılar
Aynı sokakta olmayı nasıl başardıkları bir bilmece
Biri alev saçlı kehribar gözlü, adı: Renginâr
Öbürü delice zeytin, derdi kendine: Gece

Su yeşili gömleğe bakıyordu Renginâr vitrinde duran
Düşündü “ne de güzel görünürsün sen üzerimde!
Yandaki siyah pardesünün farkında değildi anlaşılan
Oysa kolkola haftalar geçirmişlerdi aynı sergide

Denemek için gömleği dükkana girerken kızımız
Gece’yi indirdi hayallerinden yeryüzüne o pardesü
İşte tam aradığım şey! Ah! Senle ben nasıl da aynıyız!
Anladı ki gitmeyecekti bir daha zihninden görüntüsü

Ama bir şey engelledi ikilinin kavuşmasını
Gece’nin yüzünden düşen bin parçaya bölündü
Etiketteki fiyat oğlanın iki aylık yemek parası
Yırtık pırtık ceketinin altında her hücresi üşüdü

Denemekten ne çıkar? Almak zorunda değilim ya?
Yeter bana, bir kerecik görsem aynada kendimi!

Gece için kapıya doğru dönmeye başladı dünya
Camekanın gücüne yenildi koskoca yerçekimi

İçeri girecekti atabilseydi bir adım daha
Şansa bakın ki yetmişlik kadının arayacağı tuttu
Her gece top peşinde, her gece halı saha!
Kör olasıca kardeşin yine faturayı unuttu!


Renginâr’ı ter basmıştı içeride, giy çıkar derken
Of dayanamayacağım artık, bu ne biçim sıcak!
Mermer teni önce pembeleşti sonra kızardı öfkeden
Bakar mısınız? Daha bu gömleğin ölçüsü alınacak!

Tezgahtara kalırsa görevli arkadaş az sonra gelecek
Kızımızınsa on dakika içinde önemli bir toplantısı var
Kabul, çok yakıştın bana, orası bir gerçek
Ama gecikirsem patron bu sefer kesin kovar!


Siz bu gömleği ayırın, geçerken alacağım akşam!
Diyerek çıktı Renginar dükkandan uçarcasına
Anladık, of! Kulağından tutar getiririm eve, tamam!
Böyle bağırıyordu arkasını dönen Gece anasına

Dikkatini çekmişti kızın, duyduğu bu serseri ses
Bayağı yakışıklıymış; boy uzun, kollar da geniş”
“Gecikeceksin ama aklın neye çalışıyor, yani pes!
Bu kafayla gidersen yavrucuğum,senin işin iş!


Elindeki son model telefonu sinirle kapattı oğlan
Kız yürüdü ve uzaklaştı söylenerek aksi aksi
Yeniden dükkana döndü Gece ama ters taraftan
Göremedi hayallerini süsleyen kızıl prensesi

Ve bir sayı daha eklendi çetelesine, başlamadan biten
Günlük telaşlardan karşılaşılamayan büyük aşkların
“Zaman yok, para yok, gidemem, gelemem”ler yüzünden
Haddi hesabı tutulmaz oldu kaçırılan fırsatların...

ZERDÜŞT NE BUYURDU?

"Tanrı bir çiçeğe aşıktı
Onun için yarattı kainatı"

Bir deli adam adımlıyordu sokakları
Adımlarında deliliği yankılanıyordu adamakıllı

Kaçarcasına ilerlerken hatıralarından
Buydu,gördüğü herkese "merhaba"dan önce ilk lafı

Tuhaf tuhaf bakanlara inat,gülümsedi
Dünya ilk aşkın toz pembe heyecanlarına bile yabancıydı

"Güçlü olman gerek" dedi kendi kendine
"Şımartma geçmişini,bırak çiçeklenip solsun bir bir,her anı"

"Kimsin ki ağıt yakıyorsun yitik yıllara?
Kürek çekemez hiç bir ölümlü zamanın nehirlerine karşı"

Durdu birden,en çok gölgesi şaştı buna
Adamın yüz çizgilerinde nice baharlar istilacıydı

"Sanırdım ki mahşere dek parlayacaktır
Ama söndürdü bir çift sözü gökteki yıldızları"

'Sen de masum değilsin artık
Her ruhta aslında bir karanlıklar prensi saklı'

"Hiç anlamadı oysa ne denli sevildiğini
Demek buymuş en talihsiz cinayetimin cezası"

"Benim katili tanrının ey Zerdüşt!
Bilirsin,seven kimseyle paylaşamaz sevdasını"

"Ne dersin,yeşerir mi bir kez daha bu yürek
Yoksa kendim miyim çağların bilgeliğinin celladı?"

"Mutlu son sadece masallara yazılmış
bizim içinse gönüllü esaret,aşkın doğası..."

Bir deli adam adımlıyordu sokakları
Adımlarında deliliği yankılanıyordu,adam aslında akıllı

Kaçarcasına ilerlerken hatıralardan
Şuydu gördüğü herkesin ardından son lafı:

"Tanrı Fulya'ya aşıktı,
Onun için yarattı kainatı..."

YILLAR SONRA AYNI PENCEREDEN HAYATA BAKMAK

Yıllar sonra aynı pencereden hayata bakmak
Nice sevinçlerin
Nice batık hayallerin süzgecinden
Işıklarla birlikte karanlığını da görmek şehrin
Sonra kararsızlık
Hangisini yaşamak gerek?
Görebilmenin mutluluğunu mu
Yoksa
Tedirgin edici gururunu mu
Karanlıkları sadece
O karanlıktan gelenlerin görebileceğini
Bilmenin?

ÜÇGEN

Tekil zamirler öbeği,ya da
Üç köşe başı serserisi
Ben üçgenin delisi
Sen-ben kenarı irreel sayılarda tanımlı
Bulunmaz ölçüsü,tarifi
Sen tepe açısının kraliçesi
Sana dayanır varlığım(ız),hazin
"Karanlıksın" dersin,haklısın
Oradan burası zor görünmeli
Nasıl mutlu olabilirim ki?
Tam karşımda üçüncü
Aklımın kuytusunda bir cinayet planı
(Seni paylaşmak zorunda değilim!)
İkimiz arasında bir doğru mutlaka bulunmalı
Neden bu bağlılık hâlâ,
Yaralarından usanmadın mı?
Aklı başka köşelerde,sen de bilirsin
Gün gelir de kararın değişir mi
Üç virgül on dört zaman sonra?
Yoksa çevrel çemberimize bile yetişemedik mi?
Hangimizin kalbine teğet geçer kendileri?
İç açılarımızı toplasak sevdama denk gelmez,
Pitagoras görse herhalde delirirdi...

TUTULMA

Yol yıldızsız ayrılıklara doğru uzuyor şimdi
Özlemlere kaç kilometre kaldığını yazıyor tabelalar
Her sözcük kan damlıyor kalemimden
Acınası fısıltılarla konuşuyor hatıralar

Bense;

Gölgemi yolluyorum tutsun diye Ay'ı
Sensiz izmir gecesine parlamasın ışığı

TUALDEKİ KURDELA

Ay doğuyor yalnız İzmir gecesine
"Zaman değil,uzaklıklar canımı yakan" diyor
Siyah kurdelalı küçük kız
"Özelsin,belki de türünün tek örneğisin" demişti
Beni özel yapanın kendisi olduğunun henüz ayırdında değil
Tualinde bir rengim,anlayacak ileride
Onunsa bende buruk bir gülümsemeyi imgeleyen
Güzel bir dizeye dönüşeceğini
Kim bilir,belki dillere dolanır şiiri
Ama bu ülkede şair ancak ölünce meşhur olur!
Ne demiştim ben?
"Güneşin battığına çok üzülürsen,
Yıldızların mağrur doğuşunu göremezsin..."
Ne mutlu bana ki bir yerim var müzesinde
Kalbinin hangi duvarını ayırır bana acaba?
Çok güneş almasın,kuytu olsun
Ziyaretçim olmasa da mühim değil,darılmam
Hatta daha iyi bile olabilir
Gözden uzak kalamayan sevda çabuk kirlenir çünkü
Vakit daraldığında cesaret bulur ya yüreği insanın
Bence bundandır yıldırım aşklarının tadı...

TEDBİL-İ DÜŞ

Uyu sevgilim
Kollarına bırak kendini sıkılgan gecenin
Bırak ki sarabileyim seni
Düşlerin diyarından uzanıp

Rüyana gireceğim için uyu
Söz veriyorum orada olacağım
Ama görsen tanımazsın belki
Bu gece kılık değiştireceğim

Nereye yürürsen yürü sevdanın içinde
Uçan bembeyaz martı olacağım
Başının üstündeki uçsuz gökte
Çığlıklarımdan tanıyasın

Apansızın karşına çıkan Akdeniz olacağım
Tepeyi aştığında nefesini kesen
Bedenini sarmak için çırpınacağım
Maviliğimden tanıyasın

Belki bir yağmur damlası da olabilirim
Tek başıma düşerim eline
Kimseyle paylaşmayasın beni diye
Saflığımdan tanıyasın

Uzaklardan gelen flütün sesi olurum
Özgürlüğü anlatan yalnız yolcuya
Ne acıklı ne de sevinçli
Ezgimin masalsılığından tanıyasın

Ardındaki ayak izi olma ihtimalim yüksek
Avare adımlarının yaraları yolda
Binlerce kez daha doğurmak üzere beni
Beşiğime terk edişinden tanıyasın

İçtiğin kahve olmama ne dersin?
Vanilyalı, ya da tarçınlı
Yavaş yavaş yudumlarsın beni
Dudağında bıraktığım tattan tanıyasın

Köpeğin olurum şansım varsa
Sallaya sallaya kuyruğumu
Yanınsıra yürür giderim düş boyu
Kedileri kıskanışımdan tanıyasın

Uyu denizimin kızı, uyu
Uyu ki kapansın bu boyutsuz uzaklıklar
Uzatıp ellerimi sana düşünün tualinden
Dünyanı tutkuya boyamamdan tanıyasın...

SÜRGÜN PEŞREVİ

Ben bu şehre yeni geldim
Dudağımda bir şarkı
"Uzayıp giden şu tren yolları
Açılıp sarmaz yârin kolları"
Belki eksik, belki hatalı
Neyim doğruydu ki, neyim tamdı
Sırtı değil ama bu garibin
Kalbi on üç yerinden yamalı
Ruhunu sorma zavallının
En derininden yaralı...

Bir parça ümidim var sermayelik
Cüzdanım boşalalı aylar oluyor
"O" gitti gideli işim avârelik
Sıcak bir yuva, azıcık sevgi istediğim
Meze olarak da biraz şefkat alayım lütfen.
Mutfakta kalmamış mı? Saat mi?
Yine mi geç kaldım?
Ah! Tanrım!
Aslında sana da borçluyum
Sadece birine kızdığımda anıyorum adını
Çok şükür kafir değiliz ama
Din dersini besmeleden çaktığımızı da unutmamalı

Konuşurken rıhtıma gelmişiz
Vaktidir, makâm değiştirmeli
Yok, dilimin ucunda bir türkü gizli
"Deniz üstü köpürür, hey canım hey
Kayıklara binsen götürür
Benim de buralara geldiğim
Bir güzelden ötürü, hey canım hey!"

Bu kentte deniz de farklı
Dalgaların yükü bira şişeleri
Korkarım, felaketim olur hep böyleyse bu ayyaşlar şehri!
İçkisi değil, günbatımı sarhoş eder adamı, bir de meltemi!
Sevdasız başla buraya göçen vallahi deli!
Sevda yolcusununsa yazık, bitmez derdi...

Çekilmiyor birader geceler, çekilmiyor;
Karnın doyar da kuru ekmekle,
Kalbin bu safsatalarla doyar mı?
Şairsen şairliğini bil, aşıksan aşıklığını!
İkisi bir arada olmuyor,
Zamane dünyasında gitmiyor...

Bir meslektaşım İstanbul´unkileri gezmiş,
Benim rotam İzmir´in meyhaneleri.
Şu karşıdaki galiba iyi
Tabelası kirli, bilmem kimin yeri
Getir bir duble!
Hatıralar yakanı bırakmaz ki!
Hangi cehennemden çıkıp geldi yine kim bilir?
Kulağımda bir kız sesi
Yanılmıyorsam o da İzmirli
"Dünya yuvarlaktır,
Bundandır aşkların başladıkları yerde bitmeleri..."
Aynen buydu dediği
Yalanım varsa...

Kalkıyorum, şafakla randevum var
Üzülür sonra martılar geç kalırsam.
Son kuruşumu verdiğim simiti yemeden onlara attığımı bilseler
Acaba beni daha mı çok severlerdi?
Aya son kez bakıyorum, birazdan otobüsü kalkıyor
Ne çabuk geldi ayrılık vakti
El sallarken bir şey takıldı aklıma
Güfteyi değiştirdiğim için affetsin beni
Yazan zât-ı âlileri
Ben galiba...

"Seni ellerin olasın diye sevdimdi..."

SÖZÜ OLMAYAN ADAM

Ay ışığının düştüğü düşünceler içinden geçiyor zaman,
Geçmişin silüeti titremeye başlıyor
Düşler düşüyor bu kez dünyaya
Dolunayın kanatlarına tutunup
Öyle soğuk ki gerçek
Düşüncelerimin nefesi buz kesiyor
Düşlerin savaşı sisleniyor soğukla

Tam orta yerinde her şeyin
Sen düşüyorsun aklıma
Ezgiler üşüşüyor birden, sözcüklerin düşüşünden kalan boşluğa
Çok sevdiğini bildiklerimden bir şarkı
Ayın ışığı altında sana serenat
Doğru dürüst edilmemiş vedanın sonatı bu
Dudaklarımda hala daha alev gibi yanıyor
Keşke bana adasa dediklerim çıkıyor kuytulardan

Ve ben,

Söyleyecek sözü olmayan adam;

Şiirler yazıyorum, soylu bir kadının adına...

SEVDAKURTARAN

Gecenin kanatlarını çiviler içimde bir şeyler
Turkuaz rengi mabedi paramparça olur sükunetin
Bir asi rüzgar eser, uğultusunda sesin, içim ürperir
Kimbilir hangi kıyıda beklersin, titrer o çocuk yüreğin?

Nefes alıp verir misin hâlâ, seslenmez mi yoksa kalbin
Gülüşlerini çaldı mı hayat, fotoğraflar neden renksiz
Kör ebe oynanmaz hasretle, n´olur gözlerini aç
Hani iyi geceler öpücüğün, nasıl uyunur sensiz?

Kemanın ağıdında mecaz anlamlar yükledik maskeli sancılarımıza
En ada aşkım, son akşamın eflatununda dalgalanıyordu vasiyetin
Bakarken yüzüme daha dün, doyasıya gülüyorlardı oysa
Bir ceset gibi uzanan aramızda, ölümden soğuk gözlerin

Sefilliğini geçirdi sırtına kumsaldaki hayalet yaz gecesinin
Cankurtaran kulesiydi sadece, sevda kurtarandı halbuki beklediğim
Sözcükleri hatıralara satmıştık, sessiz baktın ellerime
Gözbebeklerime vurdu aksi, kan ağlayan hilalin

SAAT 4, YOKSUN

Kim ne teselli verebilir ki
"Keşke"lerin yakıcı cazibesini bile yitirmiş bir adama?
Hayatını adadığı idealleri yıkılmış;
Tüm kalelerine girilmiş;
Tüm hayalleri cebren ve hile ile işgal edilmiş;
Yapayalnız bir adama...

Hiç kimse...

Hiçbir şey...

Sesler kesilip ışıklar yittiğinde
Devriye gezen sahil güvenlik botları varsa sadece
Silüetlerinden tanıdığım adaların berisindeki suda
Yarım kalmış bir inşaatla lekelenen manzara
Neler hatırlatır şu zavallı şair ruhuma
Ezeli terk edilişinin çaresizliğinden başka?
Gecenin akıntısına kapılmış
Eski bir hayalkırıklığı sürükleniyor nehirlerimde;
Hiç çocuk sesi duymamış şu oyun parkının
Ya da sabahı bekleyen şu bomboş havuzun
Ne farkı vardır benden, hüzün kasabasında
Bu kaçıncı yalnız şafağa
İki kala?

NEDENSE

Sabaha karşı şehrin çehresi farklıdır, kim bilir
Belki kucak açışındandır yetim rüzgarlara,
Ya da sadece dilencilerin kalışındandır belki
Saat kulesinin temsil ettiği zalimliğe yas tutacak yanında ...

Her gün doğumu o bildik çapkın gülümsemesini getirir
Oysa fenerler doymamıştır henüz gecenin müşfik kollarına
Sessiz sedasız geçer sokaklardan seher yeli, elleri cebinde
Kumrulara atılacak yemleri satan adam bile uyanmamıştır daha

Sormam ne işim var diye bu saatte burda, soranım mı var
Kediler bile yanıma uğramaz, tek bir şey takılır aklıma
Özler mi beni kordon, mahzunlaşır mı o hırçın dalgalar
Vapurlar grev mi yapar yokluğuma üzülüp acaba?

Değişir kahramanlar hikayeler sustuğunda, haberini aldım
Başkası ağlamış Karşıyaka´ya bakarak ben yokken koynunda
Olsun, affederim, o ki benim ilk sevdiğim, ilk gözağrım
Hangimiz hangimizi aldatmadık şu sefil dünyada...

Yarın doğum günümüz ve ben deliriyorum adım adım
Sendense hatırladığım deniz kokusu burnumda
Marquez sadece pazartesiye uygun görmüş ama aşkım,
Her gün kan kırmızıdır, ay yakar adamı yalnızlıkta...

Hep aynı kısır döngüde yiter ömrümüz umutlar yıkılınca
Merak ederim, hayat kimi bekler sevdanın saati durduğunda
Kim anlar acını, kimle paylaşırsın rüyalarını benden başka
Kim kalır yanına söylesene, mutsuzluğun şarkılardan aştığında..

NEDEN?

Yağmur sonrasıydı.
Yo, yağmur değildi o,fırtınaydı.
Önce her yer buluttu.
Kara, koyu, kalın bulutlar.
Boğazıma yapışan eller gibi,
Üzerime abanıp beni boğan iblisler gibi.
Ya da sevgilimle kavgalarım gibi daha çok.

Şehir kuşatma altındaydı uzun zamandır.
Tükenen yiyecek veya su değildi.
Bezgin insanların umutlarıydı.
Sonra fırtına koptu.
Rüzgar intikam alırcasına esti,
Küçükken kendisini döven dadısından...
Damlalar kamçılar oldu,
Hayatın yükünü taşımaktan yorgun sırtlarda şaklayan...
Ne istediğini bilmeyen insanlardan çıkardı hırsını,
Suçları yaşamla "ödüllendirilmiş" olmaktı...

Yağmur sonrasıydı.
Şehir hiç olmadığı kadar netti önümde
Ve hiç olmadığı kadar uysal,
Tanrısının ayakları altında...
Öfke grisine batan güneş bomboş maviye doğdu.
Kentin günahkar sevdalıları düşünsün diye...
Beyaz bulutlar masum şehirleri sever.

Fırtına sonrasıydı.
Beyaz kağıdın üstünde gölgesi vardı
Hâlâ açık duran masa lambası ışığının.
Işığın kendisi başka diyarlardaydı.
Köşe başındaki sokak lambası yolculuğa çıkmıştı
Öbür köşebaşına tek gidişlik biletle.
Zorlu bir yol olacak ki,
Yerde yatıyordu, baygın gibi.
Yorgunluktan beli ağrıyordu, iki büklüm...
"Beni terketti."
Oysa hep ordaydı.
O çok zor bulduğum,
Bulduğumda da dönüp kaçtığım huzurun simgesiydi.
Sonsuza dek aynı yerde olmalıydı.
Kendi fırtınalarımdan kurtulup limana girdiğimde
Deniz feneri gibi selamlamalıydı beni
Yolumu gözleyen yemyeşil gözler gibi...

Ama artık yok.
"Gitti" ya da "bitti".
Neden?

"Sen de başını alıp gitme ne olur..."

NE ÇOK SEVİLDİĞİNİ, ARTIK ÇOK GEÇ OLDUĞUNU

Kurutulmuş bir gül var aramızda
Yorgun bir akşamüstü diyaloğu gibi durur
Benzi solmuş, hastalıklı bir sarı almış yerini
İlk yaz güneşinden hediye imbat pembesinin
Orada burada bir kaç kahverengilik görürsün
Nişânıdır içine attığı gözyaşlarının
Goncasını açamadan solduğunda...

Kurutulmuş bir gül var aramızda
Dehşet dolu gözlerle bakar yüzüme
Boynu bükük, zorla yaşatılan bir sevda misali
Tuttuğun yeri kalır elinde
Baktıkça ağlarım, bana yadigârındır
Aynı hüznü taşır hep - ki tek tarifi
Bir şarkı sözünün büyük yazılan iki satırında...

MERMAID

Öpmeliyim tapınırcasına tanrısına şafağın
En saklı vadilerinden en yüksek zirvelerine
Okşamalıyım seni
Henüz keşfedilmemiş bir dünyayı gezercesine
Dalgalarıyla oynaştığım öfkeli bir deniz gibi
Dinginliğinin mahremiyetini yalnız bana açan
Varlığımın her zerresini katarak varlığına
Sevmeliyim seni denizkızı
Uyandığımda yanımda olmayacağını bile bile...

MARTIYI KİM ÖLDÜRDÜ?

Bir büyü gibi örtüyor üstünü dünyamın, kederiyle
Sevinç nidaları acı dolu haykırışlarla bir sessizliğinde
Buzlu camın ardından yaşanan hayatları temize çekiyor
Diğerlerini sustururken; kar konuşuyor, kendi diliyle

Beylik sevdasını çekip belinden, intihar ediyor bir martı
Bembeyaz tualine küfreden kızıl bir darbe yaşamının
"Sen ki el değmemiş masumiyetim, en arı tutkum,
Hayallere adanmış ömrümün tutankamon mezarı"

"Yıllarca iki kişilik yalnızlıklar biriktirdin
En güvendiğin dostun şimdi kanat çırpıyor sonsuzluğa
Sense sadece yasını tutuyorsun kimsesiz hasretlerinin:
Anlat ey zaman, merhumu nasıl bilirdin?"

En büyük okyanuslar bile terkediyor insanı ufukta
"İncinecek çocuklar kalmadı” diyorum, “bu kıyıda"
"Geçtiğim her ölüm bir parça sarıya çalıyor
Tavşan ne kadar kaçabilir ki tilkiden, yolun sonu uçurumsa?"

KAŞMİR

Saat sabahın beşi
Kadife lacivertini bürünüyor bu şehir erken sabahın
Yalınayak yürüdüğüm sokaklar çok tanıdık
Yolculuk baharına, kaşmir zamanlarımın

Hayalimde canlanan yalnızca sisli hatıralar
Acımasız bir oyundu, oynadık bitti sanki
Sarıötesini göremeden unutuldu albümlerde yıllar
Bir renk vardı, adını çıkaramadım, yeşil gibi bir şeydi

Onsekizimin baharını kışa döndüren sevda;
Sen zehirli bir sarmaşıktın, yapraklarından ışıltılı yalanlar damlayan
Yalnızlığın sonsuz gecesi, süzülen, şimdi yanaklarımdan
Tutulmamaya yemin edilmiş sözlerden demetler toplayan

Ama hep böyle değildi hayat, ben de gülerdim bir vakit
Güzel günlere dair umutlar beslerdim
Kendim değildim herşeyi mahveden
Çoktan sararmış öfkelere kanıp da baharları gömmeyi ben istemedim

Yaşayamadığımı yaşatamadığımın pişmanlığına bağlayıp göçtü zaman
Kilim dokurcasına kaderimden çaldıklarımdan, ömür törpüsüydü her aşk
Sevseydin sen de, heba etmezdim en güzel günlerimi, inan
Ama sen bana "hiç o gözle bakmamış"tın, gözlerin bana yasak

Pencerelerini kapatıp yüreğimin başbaşa kaldım hafızamla
Seni yaşadım hep, herkesi senle karşılaştırıp kimseyi beğenmedim sen denli
Ne zalimlikti şu kaderin yaptığı; bu kadar uzak, bu kadar yabancı kılışı
İki yıl farkla da olsa aynı gün hayata heveslenen kalplerimizi

Kim bilir benden başka, ne zor söylendi o lanetli cümle
Nasıl döküldü dudaklarımdan son vedanın bıçakvâri yemini
Ömrümün kara saatleriydi söyleneceğine karar verildiği gece
"İşte bir daha buluşmayacak gözlerimiz, hayatın sunacağı birkaç cömert tesadüf harici"

Akşam güneşinin son pençelerinde can çekişen iki figürdük
Son bir dans için cesaretim yoktu, ağlamamaya çalışırken ben
Sessiz kalışına duygusuz sarılışını ekleyip, gittin
Oysa sendin, gülüşlerin ve gözyaşlarının arasından, korkularımı fetheden

Bir mektup, ardımda sana tek bırakabildiğim,
Şimdi şimdi anlarım nafileliğini tüm yazdıklarımın
Tanrının bile yakarışımı duymadığı bu şehirden
Ulaşmaz yâre selamı, ilk gençlik aşkımın

On sekiz yaşımın baharı!
Ömrümün dönemecinde altından geçtiğim merdiven,
Aynamı kıran kara kedi!
Hani diyesim var:
"Kışın daha iyiydi..."

KANATLARI YIRTILDIĞINDA MELEKLERİN

Senelere seslenebilir miydi, değiştirebilir miydi kaderini?
Her yaprağında bir hazin destan, neye yarar sevgin?
Tebrik edecek var mıdır bu oyunda yeneni, yoksa
Düşler de ölür mü beraberinde düşleyenin?

Alkol koması kokan akşamlara sızıyor şimdi laneti
Kıpkırmızı bir eldiven ellerinde kanı o masum güvenin
Ormanları yandı ruhumun, tabut örtülerinde bıraktım yeşili
Sabaha karşı vurulan bir tokat hatıramda ismin

Yalanlarla harcanan zamanlar, işte sana delice hislerin bedeli!
Özkütlesini hesaplayabilsen ne eder yazılmayan geçmişimin?
Kime anlatırsın, o gece toprağa verdim en güzel günlerimi
Hâlesinde yapayalnız bir karanlık parıldıyor artık meleğimin

Kime benzetirsin beni,"senden nefret ediyorum" dersem eğer
Tuhaf, adını sevda koymuşuz en derin bencilliklerimizin
Ne aptalmışım; kendime yabancı sularda dolaşırmışım meğer!
Dert etme, elbet diner bir gün acısı her yitirdiğimizin...

İNCİ

Ey benim güzel şehrim!
Her gün sabahlarına uyandığım,
Her geceden sonra sabahlarıma uyanan sevgilim!
Babam gibi hayran kaldığım,
Meltemiyle annem gibi saçımı okşayan İzmir'im!

Senin sokaklarında büyüdüm ben!
Senin kıyılarında öğrendim özlemin tadını,
Senin yıldızlarının şahitliğinde ettim en büyük yeminleri,
Senin gecelerinde içtim sevdanın en acı zehirlerini
Rüzgarların fısıldadı kulağıma hayatımın anlamını
Ve günbatımların sardı başıma aşk belalarını...

Önüme serdiğin tüm hazineler için;
O sımsıcak yazlarda kalbime yerleştirdiğin ayaz hüzünler için;
Sahillerinde martıların haykırdığı narin tutkular için;
Tanrının ayak izleri,
Sonsuz hasretim denizin cömertliği,
Nice sevdalar eskitmiş cilveli yakamozların için.
Her şey için teşekkür ederim sana
Ey benim inci şehrim!

İZMİR'İM...

İDEALİST CENAZELER

Hatalarımın (çoğu) masum kurbanları vuruyor
Dolunayın bile katledildiği bilincimin kıyısına
Her dalgada yüzler anıları, anılar acıları sürüklüyor;
Pişmanlık bir şişe votka, gece yarısında...

Hayallerimizin üstünden tabur tabur geçti yıllar,
Duvarda asılı kalan sadece fotoğraflar olsaydı keşke
Bitmeyen yolların idealist cenazeleri dayanamadı unutulmaya
İki damla yorgun yaş kaldı, yedidüvele kafa tutan gözlerde...

Serüvenleri çocukluğun ucuz çizgiromanlarında terk edenlere,
Yaşam sevincini tozlu kolilerde saklayanlara bıraktık meydanı;
Birkaç geçmiş zaman şövalyesiyiz şimdi sadece
Her eleştiride bir parçasını gömmüş korkak krallara karşı
Oysa özgürlük, kimliğini sonuna kadar gururla taşımaktır;
İyi ve kötü yanlarınla barışık kalabilmektir;
Kim ne derse desin, inadına...

GECELERİN TEKELİNDE

Geceler olmalı sağ elinde
Dumanı tüten vuslatları parçalamalı tek kurşun
Zamanın dokusunda göreceli yarıklar açmalı
Saat her onbiri vurduğunda aksamalı bir duygu
İki tek atıp sızan kalplerle dolmalı her kuytu...

Geceler olmalı sağ elinde
Bilinmedik hazlara gebe madem her hayatın döngüsü
Bir deli yarışa dönüşmeye meyilli, ölüme atılan her adımda
Kimin eli kimin cebinde ne farkeder,yaşa gitsin
Görürsen aya doğru uçan yunuslar,sakın şaşırma...

Sana sevdandan soruyorlar, de ki
"Ben geceleri tutuyorum sağ elimde, sevdamdan size ne?
Anlatsam anlamazsınız nasıl olsa, Atlas'ın çilesini
Boşuna kafa yormayın çelişkilerime,kuş aklınız da pır pır eder
İlahî adalete isyan etmek biz âşıklara kalsın bari..."

EJDERİN GÖZÜ

Günlerin gecelere dönmesi sanırken hayatı, karşıma çıkar
En yağmur ormanı zamanlarımın loş vadisindedir
Tarihin yazılışında kaleminin kazara bıraktığı bir iz gibi tanrının
Değersiz hissederken kendimi
Bakakalırım gözüne ejderin

Nice sen rüyalar, nice sen hayaller saklıdır gözbebeklerinde
Gizli tutmaya çalıştığım arzular yansır halbuki
Kalbimizde aynı isyanlar,devrimler ağlar sokaklarımızda
Ne ilk avıyız ejderin senle ben,ne de son
Özgüveni eksik umutlarımız taş kesilir karşısında

EFTALYA

Denizde olmak var şimdi
Gecenin bi vakti
Bilmediğin sularda dolaşmak...
Haydi Reis!
Sen ki yılların eskitemediği adamsın,
İmbat dostundur, sesleniver;
Bize halatları toplamak kalsın.

Hey yüreğim hey!
Mehtap da vurmuş ya sulara,
Denizkızları istersin sen
"Yanına da rakı" dersin utanmadan
Gururlusundur, eyvallah etmezsin kimseye
Ama başladı mı bir kez fasıl,
Dur diyemezsin...

"Ay beyaz deniz mavi, eğlenin kızlar..."
Sabah edelim bu geceyi Reis!
Kuru kuru değil yalnız!
Geç karşıma, şerefe diyelim Eftalya'ya!
Sesimizi duyan koşsun denize
Öyle bir karşılayalım ki sabahı;
Diğer tüm sabahlar hasetinden kudursun...

Sen demiştin Reis:
"Yıllar önceydi
Deli divaneydi gönül aşkından ya,
Denizden başka karşılık veren yoktu.
Efkar fazla geldi, çarpıldık...
Bir an geldi; kadehtekini deniz sandık,
Kıyıya vuranı rakı...
Atalım dedik kendimizi, deryaya karışalım
Yalnız o bilir halimizi
Nasip işte,o bizi almadı koynuna ama
Biz ona abayı yaktık"
Bi daha anlat be Reis!
Bak şu yıldız hiç duymamış o öyküyü...

Levrek de gelmiş sofraya,
Yanında roka yatıyor
Daha ne!
Hah, şöyle! Bitir kadehini!
Doldur tekrar, doldur da başka hatıralar canlansın
Nasıl tanışmıştık seninle?


Ben rıhtımda ağlardım,
Sen hep bana bakardın uzaktan
Her gece isyan ederdim kaderime orada
Bir defasında beni çağırdın
"Gel bakalım delikanlı!" dedin
Anlattırdın derdimi.
Güldün sonra...

"Hey gidi kahpe dünya hey!"
Ne ağlar bu garip her gece kıyıda diye düşünürdüm;
Doğru ya!
Aşıksan eğer,
Az uz, dere tepe düz, ne yöne gidersen git;
Her yol denize çıkar..."

Nice zaman geçti Reis,
Değişen bir şey yok.
Dünya aynı dünya, öylece duruyor,
Lakin sevdalar artık aşındı
Kaç defa geçtik o yollardan biz;
Kimi kez ölümüne, kimi kez kör gibi...
Ama yorulduk be...
Yolu kestiler uçtuk,
Kanadımızı kırdılar koştuk
Sona yaklaştık Reis!
Bırak bu geceyi mutlu geçirelim
Sen de zalimleşme...

Her gün denize açıldık da ne oldu?
Kurtardı mı bizi melûn?
Ne gezer!
Daha beter vurdu namerdin eli!
Sonunda anladık değil mi?
Biz ne kadar seversek sevelim,
O kadar sürgün edildik
Gördüğümüz her düşte biraz daha kovulduk,
Kendimizin sandığımız hayatlarımızdan...
Bırak rahat ölelim be Reis!
Ağlayanımız olmasın isterse
Kim bildi ömrümüzce kadrimizi, kim?
Haydi,şerefe!
Ne olur sevdasız göçsek sanki?

Dalgalara ver burnunu, hızlan;
Bırak bizi son gören Eftalya olsun...

DERTTEN BEŞ KÖŞE

-- I --

Biz aynı yıldızın köşeleriyiz aslında
Yıllar sonra bir araya getirilmeyi bekleriz
Beşimizi çoktandır birleştiren çizgilerden habersiz...


-- II --

En büyük dert ne sende ne bende
Aslında dert anlayışına da bakar biraz
Orman kanununa istediğin denli karşı çık
Oyunun kuralı bu
Sonunda sen de tabisin, ben de


--- III ---

Yakamozun özel bir zamanı yoksa da
Bazı sırlar anlatılmak için geceye muhtaçtır
Düşmenin acısını hiç tatmamış bir çocuk gibi
Bulutlardan sarktığı gecelere, kıpkızıl ayın
Yıllıklarda bile susan dillerin çözüldüklerinden
Ufkun kaybolmuşluğuna yol alan körfez vapuruna ya da;
Lacivertle siyahın kardeşliğine,
Sobeleyen martılar eşliğinde
Saklambaç çağında kalan gerçeklerimizi
Ki,tanıdık gelen yüzlerdir sadece
Nasıl da yanlış biliriz senelerce birbirimizi
Kasıt aramak marifet gelir anlamların altında
Ama yüzeydekilerden ibaret değil sözlerimiz yine de
Keşfedilmemiş denizlerimizi kimlere açarız?
Hangi yelken göğüs gerer bu kendine çekilmelere?


-- IV --

Gün gelir de biri sana sorarsa:
"Niye kızıllaşır güneş, batarken?"
Cevabını fazla düşünme
Eve geç kalırsın...

DÜŞLER ATLASI CİLT 1

Uçurumun kenarından şehri seyretmektir aşk
Gümüş alevler içindeyse gecenin eteği,
O an sona ermesi gerektiğini düşünürsün hayatın
En değerli yerinde bitmeye adanmışsa tutkular,
Akıp gider yıldız tozları öpüşmelerle...

Bir yıldız daha kaysa,
Tek bir damla daha ağlasa ölümsüzler;
Gönül başka şehirlerin ışıklarını ister
Rastgele seçerim bir tane
Bilinmeyen ülkelere dair düşler atlasından
O düşler ki kapıları akşamlara açılır,
Akşamlar adına kayıtlı
O düşler ki pencereleri sonsuzluğa bakar,
Sonsuzluğun sınırlarında adın yazılı...

Dakikalar saatler aynı ya burda;
Sen göçmen kuşlara yoldaşsın şimdi,
Hoyrat düşlere mülteci bense
Belki dönersin ya bahara,
O zaman sümbüllere özenir nisan seması;
Aşk başka yaşanır aksi Akdeniz'e düşen şehirlerde...

DEMRE

Bu bir isyan,bir iç savaş
İkiye bölünmüş kalbim,ruhumu kuşatan
Karabasan gibi çöken yüküyle hükümlü vicdanım
Eski bir masala yardım ve yataklıktan

Kendine karşı kınından kurtulan kılıç
Olmaması gerektiğinin bilincinden sıyrılan
Diri diri gömülmeyi kabullenemeyecek kadar canlı
Tutkumun ateşi,gizli bir korcasına yanan

Sonsuz bir işkenceyle lanetli aşkım
Kilidini vurduğum demir sandığımın
Hafif bir fısıltı yeter bastırmaya haykırışını
Her dakikası dikene dönüşen akşamın

Hepten kaybetmenin acısına yeğlenmiş bir esaret
Acı bir sorgu bu yaşanan,bu farkındalık
Bilinç dediğin nedir ki yağmur altında
Boğazımda sırça şarap damlaları arkadaşlık

Vakti zamanında yazılan ik satır;
Ve ölmekte olan güne tepeden bakan bir anı:
"Duysun ardanın suyu,toprağı,havası
Ömrüme Demre düştü;şimdi bahar zamanı..."

BİR VARMIŞ BİN YOKMUŞ

-I-

Adem’le Havva’yı boş ver sen
Esas önemli olana gel:
Yelkovan mı akrebe yedirdi yasak elmayı
Yoksa akrep miydi sokan zavallı yelkovanı?

-II-

Dünya değişiyor zamanla birlikte
Kül rengi akşamlar yaşıyoruz Ege yazında
Bizler de değişiyoruz
Yaşamaksa yaşamak, lafım yok
Ama izleriyle zor zamanların
Kimimiz daha vurdumduymaz, alaycı
Kimimiz daha mantıklı
Dün yemin eden diller bugün yeniden ayartıldı
Bazımızın faili yarım çalışan bir kalp
Bazımızınki mangalda kül bırakmayan sözler
Kaçımız kalır birbirinin yanına yıllar sonra?
Tedbil-i mekanda hayır ararlar;
Neye yarar eski bağları koparmaktan başka?
Ya da niye geleceği düşünüp endişelenir insan
İzlerken ilk aşkını,
Kararan İzmir akşamında,
Körfeze karşı?


-III-

Her altmış hareketinde bir izinli yelkovanın
En acı esaret akrebinki şu dünyada...

-IV-

Annem öğretmemişti;
Kadranını kırmak kolumdaki saatin
Durdurmazmış zamanı...

BİR CİNAYET İKİ İNTİHAR

Ne zordur anlamak, aslında sadece bir figüran olduğunu
Başrol oynadığını sandığın bir filmin son karesinde
İstersen ağla, tükenene dek nefretinin ateşi
Ne faydası var boşa harcanan güzelliklere ağlamanın
İncinen gururunu öfke maskesine bürümek çok kolaydır oysa...

Ne eşkiya bir duygudur intikam, heyhat!
Yangın yerine döndürür payitahtını arkadaşlığın, sadakatin
Kuyusunu kazdırır da gizliden, karındaş dediğinin
Kalbine saplanamayan hançer en sevdiğine vurulur
Gün gelir, namerdin elebaşı olur dün sırrını verdiğin...

Sanma ki kolaydır katlanmak bu kurşun yarasına
Seninki kullanılmanın acısı, bende yılların şerefsizliği var
Hangi siper dayanırdı uğrunda, sorarım, göğsüm kadar
"Değmez" deme bana,bükme boynunu karşısında kederinin
Feda ettiklerime ey yarası sinemde yanan,inan kalbin dahi dar...

And olsun diyetini ödetmek gözlerinin yeşiline düşen gölgenin
Kaç derya ayırır benden sevdamın katilini, ne fark eder?
Kim ki söndürür güneşini saçlarının, yakasında ellerim
Tutuştu bir kez alacakaranlık yıldızının hiddeti, delidir
Döktüğün her damla gözyaşına bir can alır Azrailim...

BENİMLE EVLENİR MİSİN?

Siz; eski sevgililerim, yalancı sevgililerim
Kalbindeki kalıntıları gerçek aşk zanneden sevdiklerim
Acaba hanginize güvenip de tekrar kredi ister
Şükran borcundan batmış şu mağrur kalbim?

Önceleri hayran kaldığınız o sürprizlerim mi ürküttü sizi
Yoksa alacakaranlık geçmişimden mi tedirgin oldunuz?
Pencereden süzülen gün ışığı çırılçıplak hayallerimi yaktı
Siz bunu "yarasa ruhlu" dediğiniz sevdama yordunuz

Fırtınalı ilişkilerdi verebileceğim ne yazık ki sadece
Oysa daima sütliman denizlerin monotonluğunu isterdiniz
Geç kalmış özürler türettiniz, acıdınız kendinizce halime
Cephede düşüveren bir miğfer kadardı halbuki vefa düzeyiniz

Bense hep sizden ayrı günbatımlarının hasretini çektim,
Başka sevdalara atfettim o romantik akşamüstlerini
Yalnız harikalar diyarında yaşanabilecek aşklar düşledim
Kaçınız fark etti o vakitsiz vedaları akamayan gözyaşlarımdaki?

Seni, yalnız seni,delice bir tutkuyla sevdiğimi sürekli gizledim
Ömrümün varoşlarına yaydığım bir vurdumduymaz özlemdin
Kabulleniyorum artık,sendin her sevdada dönüşünü beklediğim
Şimdi cevap ver ey yalnızlığım,benimle evlenir misin?

ADA'M

Bir gün çıktı geldi
Zaman azdı
Ama geliş zamansız değildi
Vardan yok idi,
Yoktan var oluverdi
Bir roman kahramanının adını aldı aşk
Adına dizeler dize geldi
"Neden?"ler "neden?"leri takip etti
Belli ki cevaplar yetmemişti
Doğumgünleri suç oldu çıktı
Şu çocuk yürek uçurtma olup kanatlanıverdi
Nefesine günler,
Gülüşüne geceler feda edildi.
Bir gün apansızın çıkageldi
Hiç kimseydi, adam oluverdi...

ÇİLİNGİR CENAZESİ

(Nazım'a en derin sevgi ve saygılarıma...)

Ne zaman buluşsa kirpiklerin
Haritası çıkarılmamış bir deniz
Ölüyor
Kalbimin karanlık yüzünde

Hapsedilmiş bir delilik çırpınıyor
Derinlerde, çatlıyor
Neşemin katmanları
Ben,
Artık,
Bildiğin,
O bildiğim ben değilim.
Eskiden birmiş içim dışım
Şimdi dışıma çıktı içim
Beni mutluluk tutuyor.

Törpüledim sivri hayallerimi
Toz pembe dillerim var
Ne güzel!
Yılan deliğinde kalsın
Ayılanın deliliği bize yeter
On yüz bin yalancık
Atıyorlar bu devirde
Genç kızların gazozuna
Şımarmak yok bundan böyle.

Yeni doğmuş yıldızları bayıltıyorum
Sarılıp uyumasınlar diye
Naif bilgeliğime
Evde baykuş besliyorum ben
Ondan korkuşun,
Ondan her gece ava çıkışım
Pişmanlığının bahçesinde

Zebra olmak da ayıp değil
Bela olmak da.
Hatta mide kanamasından ölmek de
Ayıp değil.

Geçtim tutkudan
Nutkumu tutturan
Rakının bile tadı kalmamış
İzmir git gide soluyor içimde.

BANKNOT

Sen
Güzel yüzlü bebek
Melek kostümlü felaket
Ne işin var yanında
En romantik lafı
"Göğüs kıllarımı titretiyorsun" olan
Şu ayının?

Sorsam dersin şimdi bana
"Gönül bu!
Ota da konar
Banknota da!"

BAŞKENT GÜNLÜKLERİ

-- 729 --

Ey benim zeytin dostum
Biz senle aynı kayadan kopmuş iki parçayız
Çimento niyetine uzaklıklar kullanan
Anadolu'nun yarısı boyu
Anahtarla kilit gibi
Uyuyoruz işte birbirimize
Belki bir gün süsleriz
Gururlu bir binanın
Masum kalmış ön yüzünü
Altın varaklı şiirler yazarlar ya göğsümüze
O zaman buluruz yerimizi şu dünyada
Bir daha ayrılmamacasına
Yollara gebe dizelere inatmışçasına...

-- 2 --

Ankara şimdi topluyor kumral - kızıl saçlarını yastığımdan
Yarın bensiz uyuyacak Rasattepe
Taştan yatağında
Koluma girip Kızılay'a inen o kız
Bakarak Tandoğan'da bir bahçeye
"Havuzuna geçeceğiz" diyecek “Gazi'nin”
Ama bu sefer içinden
Ve yalnızlığı bir güvercin olup uçacak
Boğaz'daki martı dostuna...

-- 3 --

Ve işte bir macera daha bitti
Harflerden medet umduk
Teneke kutulara vurup
Zedelenen tırnaklarımızı yara izleri sayıp
İlkbaharla yaptığımız savaşın
Biz ovalardan kıyılara aktık
Bet sesli çalgıcılardan mı kaçtık
Yoksa çetrefil sıfatlardan mı
Orası bilinmez
Şu unutkan hayattan 3 kısa gün çaldık
Şimdi ödül koyar başımıza ettiğimiz yeminler
Olsun, kaç yazar;
Hayat unutsun ki kabul olsun dualarımız
Bulur yine yolumuz elbet mutluluğu...

BİR GÜN DÖNECEĞİM BU ŞEHRE

Bir gün döneceğim bu şehre
Dağların arasından kıvrıla kıvrıla
Ya da
Kuş uçuşu belki, bilmiyorum
Ama bildiğim
Dalgaların beni taşımayacağı
İhanetim en çok onlara benim

Yağmur yağmayacak yoluma
Ya da fırıtna gürlemeyecek şerefime
Çırılçıplak gökte soluk bir güneş
İşte benim karşılama merasimim böyle olacak
Adım gibi eminim
Terk edip gittiğim bu şafak sisi
İntikamını acı alacak benden

Yıllar yılı taşrada dolaşmış
Emekliliğinde memleketine dönen o memur gibi
Her taşınmada kabuk değil ruh değiştirerek
Sana döneceğim bir gün
Hatıra ormanı olarak bıraktığım toprakları
Beton binalarla dolu bir dostluk mezarlığına çevirip
Öyle geri vereceksin bana
Biliyorum;

Yetim kalışının diyetini isteyeceksin bir gün benden...

BİRLER VE SIFIRLAR

"Kimse değmez,
Kendinden daha değerli değil hiç bir şey"
Diyen teselli
Sevginin insana ancak yıkım getirdiği yere varır
Tam
"İşte bu sefer oldu" derken
Bir de bakarsın elde var sıfır
Çünkü
Ne kadar gidersen git
Kendine vardığın bir kısır döngüdür
"Kendi"n
Ne zaman ki biri gelir, açar uçlarını
İşte o zaman bir'i olursun,
Birinin...

GÖÇMEN

Haydi bir daha al kalemi eline
Katık olsun siyah mürekkep
Sayfalara düşen gözyaşlarına
Yaşananların acısı değil bu, biliyorsun
İçinde kalanların âhı, belli
Geçen her gün bir yıldız eksiliyor senin göğünden
Yuvarlak işte dünya
Sevdaların önce güvertesi kayboluyor gözden
Sonra bacası
Dumanı bile kalmıyor geriye
Kıyıda beklemeler,
Dalıp dalıp gitmeler uzaklara
Hayallerinin masumluğundan pespembe ufuk
Altımızda toprak kan kızılı
Yalnız şiirlerden kafiyeler dökülüyor başımıza
Mevsim hüzzama çalıyor
Göçmen umutlar başka diyarlarda...

GÜNEBAKAN

Arkasına alıp güneşini anıların
Gölgesi geleceğe düşen bir yabancı hüzün
Bir yere varmaz bu yolculuk
-Eski gidişlere saygı duruşu sadece-
Yan koltukta uyuyan işçi emeklisi biliyor
Dolduramaz yerini bir zamanlar orada senin oluşunun
Kaderimin mola yerlerinde bir bardak sıcak çaya dönüşür yüzün...

HERŞEYİN BAŞLADIĞI YERDE

Sen hiç dalgalar üzerinden
Başkentinden yıllarca uzak kalmış
Muzaffer ama mahcup bir kral edasıyla
Varmak istediğin bir şehre
Duygusuzca süzülüp bulutlardan
Acı bir frenle durarak
Girdin mi
Işıkların akışını seyrederek
Altında?

O zaman anlarsın
Ne demek sürgün
Ne demek yabancılık
Ne demek
Yalnızlık...

İZİN

Beklenmiyordun ya
Beklenmeyişin zamandandı
Kalbin itirazı yoktu oysa
Gözleri yollardaydı

Geldin, hoş geldin
Tek bir söze ihtiyacı kalmadı
Çağların tanığı bir sakin pınar gibi
Yatağında akan hayatın

İnsanlara yüksekten bakan gecenin tek tanığı
Suçlu bir kalbin iki atışıydı

Yapboz değil hayat ya,
Kırdıklarımızı onarmak da hata mı?
Sabaha hatırlanmayacak olsa sözler
Dudakları bu kadar yakar mı?

“İzin ver” diyeceğim ama...

Nerede görülmüş
İzin istediği
Kalemin kağıttan
Yazmak için
Kaderindeki destanı?

PARİZYEN

Hatıralar yaşandıkları yerlerle var olur,
Kişiler sonra gelir
Ve kişiler
Hatıralarla bir olur
Öyle bir zaman gelir ki
Belli belirsiz bir gülümsemenin adı İzmir konur
Körfezden esen ılık bir melteme ithafen
Usulca sarılıverir kız çocuğa
Çocuğun kalbi İstanbul’a dönüşür
Titrek ışıklarıyla ayın gölgesi düşmüştür
Boğazın karanlık sularına
Bir kayık geçer Ankara’ya
İçinde bir ömür dolusu umut yüzdürür
Kaçmaya çalışan ruhlara çıpa
Fırtınadan kırılan direklere tutkaldır kokusu
Bu kez savaşılacaktır,
Bu kez her şey güzel olacak denir içten içe
Sabahları fotoğrafla uyanılır,
Geceleri hayallerle dalınır uykuya
Gökyüzüne bakarken yorgun yüzler
Sicilya’nın kızıl kanıdır damlayan saçlarından
Gecenin altın kadehine doldurulur sıcaklığı
Yağmur altında kol kola yürünürken
Elini tutan eli oluverir dünyanın odağı
Herşey silikleşirken bir tek yıldız parladıkça parlar
Alacakaranlığında gençliğin
Gün gelir
Bir peri kızının gözleri
Işığın şehri oluverir...

YAPAYALNIZ BİR ADA

Yapayalnız bir adasın besbelli sen
Yorgun mavisini taşıyorum bense Tuna’nın
Akarken biriktirdiği, yüzyıllardır adım adım
Tüm o sessiz Doğu Avrupa şehirlerinin içinden
Kendilerine bile ağır gelen yüklerini omuzlanırım mavnaların
Ben istemez miyim eseyim gürleyeyim coşayım
Silkinip atayım hepsini bir bir o puslu acıların
Ama yetmez derinliğim,
Yetmez kavrayışı nehir aklımın hayatı

Bal rengi bir sızısın işte sen
Gecenin kıyılarında ruhumu kavrarsın
Nasıl anlatmalı bunu bir bilsem…
Deniz olsan dalgalara dök
Kumsallar âşıklara yatak, sana sahne
Rüzgar olsan sözün ıslığında
Ama nehir olmak zor
Sebebiyle sonucu farklı dili konuşur ömrümün
Ses ver, hangisini anlarsın,
Ses ver ki akmaya devam edebileyim

“Ya şimdi ya hiç”
Ama yıkmaya korktuğum köprülerin hatrı var
Gün batımına karşı kaçamak cevaplarım,
Bir dönmedolabın en tepesinde susuşlarım,
Bir geminin en arkasında elini tutuşlarım,
“Kal” demek isterken “güle güle”lerim var
Gel de öp şimdi gücün yeterse
Adı bir çiçek, kendi bir başkası olan bu yorgun aşkı

Yapayalnız bir adasın besbelli sen
Benimse içten susuşlu bir yürek göğsümdeki
Hepsi bu…

TERK EDEN ŞEHİR

I .

Ben bir kadını terk ettim,
Bir şehir benden gitti.

Nasıl gider bir şehir dersen
Gider işte
Önce kedileri çekilir sokaklarından
Sonra ışıklı reklam panoları.
Sırada vitrinleri var, hissedersin
Caddedeki yaşamların.

Bir bakmışsın ki laleler yok olmuş bir gün
Vapurlar küsmüş
Karabataklar batmış çıkmamacasına yeniden
Otobüsler ve durakları ölmüş
Soluduğun hava solmuş.

Sen daha kedileri özleyememişken.

II.

Ben bir kadını özledim,
Bir şehir beni terk etti.

Ben o şehirden gidemedim.

GİDEMEYİŞ

Neden ağlıyorsun diye sordun
Dinle, anlatayım:

Bir kadının aşkını kalbimden söküp
Bir şehrin aşkını yerine koyduğum günlere dönemiyorum

Canımı yakacağını bile bile her sokağın
Her köprünün, her meydanın
Sarı yaprakları bastığımda çıtırdayarak yanan ağaçlarıyla o parkın
Dönmek isteyişim ışığın şehrine
Özleyişim neden...

Hiç bir şeyim yok
Saçma melankolilerim
Ve güzel sözcüklerimin dışında
Birileri anladıkça saçma değiller diyeceksin
Deme
Eşimi sevmiyorum işimi sevmiyorum
Gidişimi sevmiyorum.

Gidemeyişimi hiç sevmiyorum...

BİR ÇİSEM ACI

Şu an duymuyorsun ama
Güzel rüyalar göresin diye sen
- İçinden şiirler geçen rüyalar -
Yağmur sensiz
Sessiz yağıyor

Diyarlar var,
Bilmezsin
Yetmediği çok sevmenin
Sevgili olmaya.
Bilme de zaten.

Bencilliklerin en doğalı
Uykusuzlukların sonbahar kıvamlısı
İyileşmesi yıllar sürecek yaralar açmanın
Sürgüne benzer yükü
Göğsümde duran

Mutluluk paylaştıkça çoğalırmış
Paylaşamıyorsam,
Yabancıysam şimdi
Bir çisem acıya
Yanaklarındaki...

Affet beni sevgilim,
Yürüdüğümdendir
Ahmakıslatan ihanetler altında
İkinci baharımın üçüncü ayında yağan...

KÜRE

Bırakıyorum dünyayı kendi haline
Yüzlerce yıllık sayfalarla dolu bir odada
Kitapların tozunu alan kütüphaneci gibi
Yürekten bağlıyım anılara
Ama farkındayım yine de
O sayfalarda yazan geçmişi değiştirmeye
Yetmez gücüm
Bu yüzden huzurluyum belki
Her nefesi hissederek çekiyorum içime
Her seferinde sonuna dek tadını çıkarıp ânın
Kalp atışlarımın ritminde ilerliyorum
Göğsümün tam ortasındaki o ılık yere
Bir küre görüyorum
Mor, pembe, gümüş parlıyor yumuşakça
İzledikçe maviler, yeşiller karışıyor
Açıldıkça açılıyor kürem
Ayaklarımın yerden kesildiğini hissediyorum
Uçmak değil, havayla bir olmak daha çok
Sert kayadan yüksek bir burnun üstündeyim
Tam ucundayım, yarı yere basar yarı boşlukta
Turkuazdan laciverte dönüyor altımda deli derya
Ufukta pembe gökyüzü başımın üstünde mora çalıyor
Gümüş gözler beni izliyor oracıkta
Binlerce, milyonlarca gümüş gözbebeği
Tuz kokusu burnumda
Olduğum yerde dururken
Hissediyorum
Metrelerce altımdaki deniz benim adımla çırpınıyor
Bu adımı hiç bilmiyorum, ama benim,
Bunu anlıyorum
Çok seviyorum bu yeni adımı
Kayaları dövüşü, sonsuz devinimi
Derinliği
Beni çekiyor
Suyla bir olmaya uzanıyorum
Aynı zamanda göğe uzuyorum
Genleşiyorum belki
Su da gök de ben oluyorum
Nabzını hissediyorum bu mükemmel dünyanın
Gümüş gözler bir açılıp bir kapanıyor
Mutlu oluyorum
Sonsuzluk parmaklarımın ucunda
Bu alacakaranlık hiç bitmeyecek, biliyorum
Gizemini seviyorum
Ufuktaki küçük adanın sisli silüeti dans ediyor
Onunla birlikte salınıyorum
Heyecan, bilinmeyenin tutkusu,
İçimdeki enerjinin, alabildiğine hassas hislerin korkusu
“Bu benim” diyorum, “Ben buyum” diyor dünya
Hayran hayran izliyorum
Kalbimin yarattığı bu hem hırçın hem huzurlu kâinatı
Geri döndüğümde
O küreyi hep göğsümde taşıyacağım
İnanıyorum.